"Mâlûmu Îlam"da bir zamanlar Jön Türklere rehber ve ilham kaynağı olan Ahmed Midhat Efendi’nin meşrutiyet karşıtlığına savrulan düşüncelerini tenkit ederken öfkesini zapt eden saygılı üslubu takdirinizi kazanacak.
Süleyman Nazif Külliyatı’nın yayıma hazırlayan kıymetli yazarımız Hüseyin Özdemir’le mülakatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Hüseyin Bey Süleyman Nazif’i Jön Türk olmaya iten sebeplerden bahseder misiniz?
Ülkenin geri kalmışlığı ve çöküş manzaraları karşısında itiraz ve isyan eden vicdanlı aydın ruhu diyebiliriz. Kuşkusuz Sultan II. Abdülhamid de bu problemlere çözüm bulmak istiyordu. Bunun için pek çok adım da atmıştır. Fakat o, bütün monarklar gibi despotik bir kalkınma modelini tercih etmişti. Yani tahtını korumayı birinci öncelik olarak görüyor, özgürlükçü talepleri bir tehdit olarak algılıyordu. Jön Türkler ise dil bilmeleri, Batı ülkelerinde eğitim görmeleri ve buralarda görev yapmaları, gençlik heyecanları gibi sebeplerle daha özgürlükçü bir kalkınma talep ediyorlardı. Taleplerinin başında meşruti yönetime geçilmesi yani halkın yönetime ortak edilmesi (demokrasi) geliyordu. Abdülhamid ise bunu imparatorluğun çöküşünü hızlandıracak bir adım olarak gördüğünden istemiyordu. Aralarındaki uzlaşmaz çelişkinin en önemli sebebi budur.
İkincisi dış politikada yaşanan başarısızlıkların faturası doğal olarak Abdülhamid yönetimine kesiliyor ve mevcut iktidar devam ettiği sürece bu faturanın kabaracağından endişe ediliyordu.
Üçüncüsü iktidar çevrelerinin bulaştığı yolsuzluklar ve bu yolsuzlukların halkı her geçen gün daha da fakirleştirmesi, vicdan sahipleri için ağır bir yük hâline geliyordu.
Dördüncüsü Sultan Abdülhamid, bu talepleri dikkate almak, mümkün mertebe karşılamak, Jön Türklerin enerjisinden ülke adına yararlanmak yerine onları ortadan kaldırmayı tercih ediyordu. Kimini para ve makamla satın alıp vicdanını susturmayı tercih etmiş, kimini hapis, kimini sürgün ederek başkentten uzaklaştırmış, kimini yurt dışına kaçmak zorunda bırakmıştı. Neyse ki öldürtme nadiren -Midhat Paşa- tercih ettiği bir yöntem olmuştur.
Beşincisi, Abdülhamid’in jurnal teşkilatı, muhaliflere göz açtırmayıp kan kusturduğu gibi kurunun yanında pek çok yaşı da yaktıkça Hükümdar’a yönelik tepkiler de çoğalıyordu.
Bu arada muhaliflerin de bu siyasi rekabeti çok centilmence sürdürdükleri söylenemez. Onların da Abdülhamid’e karşı birkaç darbe ve suikast girişimi olmuştur.
Abdülhamid’le şahsi meselesi olanları ya da çeşitli istihbarat örgütlerinin aleti olanları hariç tutarsak sıraladığımız sebepler, düşünen kafaları ve çarpan yürekleri Jön Türk olmaya zorluyordu.
Bugün bize Süleyman Nazif’in hangi eserini tanıtacaksınız?
Bugün yine Süleyman Nazif’in birkaç eserini bir araya getirdiğimiz bir çalışmadan söz edeceğim:
Mâlûmu Îlâm-Boş Herif-Lütfî Fikrî Bey’e Cevap-İmana Tasallut (Şapka Meselesi)
İlki 1897’de, ikincisi 1910’da, üçüncüsü, 1922’de, dördüncüsü 1926’da kaleme alınmış; ortak noktaları polemik ve eleştiri olan dört küçük hacimli eser.
İçeriklerinden bahsedebilir misiniz?
Ahmed Midhat Efendi’yi meşrutiyet (demokrasi) aleyhtarlığı dolayısıyla eleştirdiği Mâlûmu Îlam’da “kalem hasmı”na karşı fevkalade saygılıdır. Onun Jön Türklere öncülük eden jenerasyondan oluşu, eserleri ve mücadelesiyle açtığı ufukta kazandığı mevki, onu bu hürmetkârlığa mecbur bırakmıştır. Tarihte rol oynamış bir kısım cihangir -hatta despot- hükümdarların askerî ve siyasi başarılarının meşrutiyetin gereksizliğine delil olamayacağını izah ederken oldukça ikna edicidir.
II. Abdülhamid’e körü körüne bir sadakatin yanı sıra muhalif aydınların ve halkın korkulu rüyası olmaktan başka marifeti olmayan yöneticiler ise elbette bu saygılı tenkit hakkından mahrum kalacaklardı. Onlardan biri olan Mehmed Şerif Paşa’ya yönelik oldukça ağır tenkitlerin yer aldığı eserin adı da yine ona takılan bir lakabın zekice tahrifinden oluşuyor. Paşa’ya yakışıklılığından -ve biraz da çapkınlığından- dolayı verilmiş olan Fransızca lakap Türkçenin kıvraklığında yeni bir forma bürünür: “Bô Şerif” [Beau/güzel Şerif], ses benzerliğinden dolayı kolayca “Boş Herif”e dönüşür.
Lütfi Fikri Bey’e Cevap’ta önceki saygılı üslubun geri döndüğünü görüyoruz. Saltanatın kaldırılması sürecinde yeni devletin alacağı şekil, halifelik, milliyet ve kuvvetler ayrılığı gibi hususlarda Lütfi Fikri Bey’i tenkit ve tashih ederken bahsedilen meselelere dair derin bilgisinin ipuçları görülür.
İmana Tasallut (Şapka Meselesi) ise diyebiliriz ki bu eserdeki en can alıcı tartışmaların yaşandığı bölüm. İskilipli Âtıf Hoca ile “şapka takma”nın dinî hükmüne dair giriştiği sert fikir tartışmasında her iki taraf da -tartışmanın hararetiyle- tenkit ve insafsızlığın dozunu kaçırmış görünüyor. Konuyu dramatikleştiren boyut ise İskilipli Âtıf Hoca’nın bu konudaki fikirlerinden dolayı İstiklal Mahkemesi tarafından bir hukuk cinayeti olarak idam edilmiş olmasıdır.
Sizi bu eseri hazırlamaya yönelten sebepleri bizimle de paylaşır mısınız?
Evvela Süleyman Nazif’in külliyatını bir bütün olarak okuyucuya sunma arzusu. İkincisi eserlerin içerikleri itibarıyla da son derece değerli olduğuna dair -başkalarınca da paylaşıldığını umduğum- şahsi kanaatim, diyebilirim.
Bu eserin Türk tarihi açısından taşıdığı değeri açıklar mısınız?
Monarşiden demokrasiye geçiş süreçleri bütün toplumlar için sancılı olmuştur. Ülkemiz de bu kuralın dışında değildir. Toplumlar ağır aksak da olsa tarihin gelişme çizgisinin dışında kalamazlar. Kalmakta ısrar edenler tarihin dışına atılırlar. Bu süreçlerde yaşanan polemikler, kalem kavgaları demokratik gelişimin yönünü, bulunduğu seviyeyi, toplumun ve aydınların hazır bulunuşluğunu tespit etme konusunda araştırmacılara değerli bilgiler sunar. Demokrasi tarihimize dair sondaj yapacaklara kıymetli bir kaynak sunduğumuzu düşünüyorum.
Bu eserin muhatap kitlesi olarak kimleri görüyorsunuz?
Tarih -bilhassa yakın tarih- genel tarih okuyucusunun her zaman dikkatini çekmiştir. Bu eser tarihî kalem kavgalarının bir tarafını bize yansıttığı için ayrıca merakı tahrik edecektir diye düşünüyorum. Muhataplarının cevaplarıyla birlikte ele alacak akademik çalışmalara kaynaklık ederse vazifemizi yapmış olduğumuz söylenebilir.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Kule Kitap Yayınevine Türk kültürünün değirmenine yorulmadan su taşımaya devam ettiği için sonsuz teşekkür ederim. Zaman içerisinde çok kıymetli bir birikimin raflarda yerini almasıyla duyacağı gurur bu yorgunluğun manevi karşılığı olacaktır. Maddi karşılığını ise okurlarımızın himmeti belirleyecektir.
Değerli görüşleriniz için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
Ben teşekkür ederim.
Civan romanının yazarı Neslihan Şahin ile yazarlık yolculuğu, ilham kaynakları ve yeni projeleri üzerine keyifli bir röportaj. Okumak için tıklayın!
Kule Kitap olarak klasiklerin Türk ve dünya edebiyatı açısından taşıdığı değerin farkındayız. Pek çok refikimizin de bu konudaki çabalarını takdir ediyoruz. Bununla birlikte bu hususta hâlâ yapılacak çok iş olduğu kanaatindeyiz.
Gezegenimiz alarm veriyor! Milyarlarca dolar Mars’a harcanırken yaşanacak tek yurdumuz olan dünyamız can çekişiyor. Peki ya çözüm sandığımızdan daha yakınsa?
“Eserimi; modernite ile geleneğin düğünü, geçmişin gelecek ile vuslatı olarak görüyorum. Manaya giden yol maddeden geçer, maddeyi reddederek manaya ulaşılmaz. Bu dengeyi günümüz dünyasına izah etmeye çalışıyoruz.”
0% |