Kule Kitap olarak klasiklerin Türk ve dünya edebiyatı açısından taşıdığı değerin farkındayız. Pek çok refikimizin de bu konudaki çabalarını takdir ediyoruz. Bununla birlikte bu hususta hâlâ yapılacak çok iş olduğu kanaatindeyiz.
Değerli Yazarımız,
* Okurlarımızın sizi daha iyi tanıyabilmesi için bize kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Hüseyin Özdemir. 1974 İstanbul doğumluyum. Aslen Karslıyım. 1997’de Marmara Üniversitesi Tarih Öğretmenliği Bölümünden mezun oldum. On sekiz yıl Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda tarih öğretmeni olarak görev yaptım. Yaklaşık on yıldır yayıncılık sektöründe musahhih-editör olarak hizmet ediyorum. Evli ve bir kız babasıyım.
* Uzmanlık ya da ilgi alanlarınız nelerdir?
Tarih alanında lisans ve yüksek lisans eğitimi aldığım için bu konudaki ilgi ve okumalarım daha fazla oldu. Bilhassa Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi üzerine daha fazla kitap okuduğumu söyleyebilirim. Bunun haricinde edebiyat, din ve genel olarak sosyal bilimlere dair eserleri okumayı seviyorum.
* Sizi bu eseri hazırlamaya yönelten sebepleri bizimle de paylaşır mısınız?
Süleyman Nazif’in külliyatını hazırlamak öncelikle bir dostumun tavsiyesiydi. Süleyman Nazif’in bazı eserleri farklı yayınevleri tarafından hazırlanmışsa da toplu olarak bulunmuyordu. Eserleri hazırlamaya başladığımda gördüm ki Süleyman Nazif bir derya; dili, üslubu, muhtevası, fikirleri itibarıyla mutlaka günümüz okurlarına da kazandırılması gereken muhteşem eserler kaleme almış. Ben de bunu kendime görev edinip yola koyuldum.
* Süleyman Nazif hakkında da okurlarımıza bilgi verir misiniz?
Süleyman Nazif 1869’da Diyarbakır’da doğmuş, 1927’de İstanbul’da, 58 yaşında iken vefat etmiş. Babası Diyarbekirli Said Paşa hem devlet adamı hem yazar hem çağının önemli bir aydını. Süleyman Nazif’in de ilk öğretmeni diyebiliriz. Kardeşi Ali Faik Ozansoy gibi Süleyman Nazif de Servet-i Fünun edebiyatı temsilcilerinden.
Sultan II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimi altında bunalan meşrutiyetçi fikirlere sahip Jön Türklerden biri olarak Süleyman Nazif de 1897’de Paris’in yolunu tutmuş. Daha sonra ülkeye dönerek çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş.
II. Meşrutiyet’in ilanını müteakip mensubu olduğu İttihad ve Terakki Cemiyetinin politikalarını ve haksızlıklarını eleştiren yazılar da kaleme aldığından göz önüne bulunması istenmemiş ve taşrada çeşitli valilik görevleri verilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmış. Son valiliği olan Bağdat’tan döndükten sonra kendisini tamamen gazeteciliğe vermiş. İstanbul’un işgal günlerinde Fransız Generali d’Esperey’in azınlıklar tarafından sevinç gösterileriyle karşılanması üzerine Hâdisat gazetesinde 09.02.1919 tarihinde kaleme aldığı “Kara Bir Gün” adlı yazı İstanbul halkı üzerindeki ölü toprağının kalkmasına ve millî mücadele ruhunun uyanmasına büyük katkı sağlamış. Gerek bu yazı gerekse Pierre Loti için düzenlenen anma törenindeki (23.01.1920) konuşmasında dile getirdiği sert eleştiriler sebebiyle İngilizler tarafından tutuklanarak Malta Adası’na sürgüne gönderilmiş. Yirmi ay kaldığı Malta’da hisli şiirler, yazılar kaleme almış. Kalemini ve vicdanını satmamış, doğru olduğuna inandığı fikirlerini büyük bir samimiyet ve cesaretle savunmuş bütün aydınlar gibi unutulup bir kenara atılmış ve yoksulluk içerisinde hayata gözlerini yummuş. Bugün Edirnekapı Mezarlığı’nda yatmaktadır.
Nâmık Kemal, Abdülhak Hâmid, Sâdî-i Şirazî, Victor Hugo, Sully Prudhomme onun etkilendiği şairlerin başında geliyor. Eserlerinde kâh ümit kâh ümitsizlik havası eserse de hepsinden buram buram vatan sevgisi tüter. Süleyman Nazif’in külliyatı otuz iki eserden oluşmaktadır. Taş basması olan bir tanesi (Murad Bey) hariç diğerlerine ulaştık. Aruz veznine de hâkimiyet gerektiren Külliyat-ı Ziya Paşa ile İnci Enginün tarafından hazırlanan Abdülhak Hâmid’e ait Mektuplar istisna edilirse diğer bütün eserleri tarafımızdan hazırlanmış bulunuyor.
* Bize hangi eseri tanıtacaksınız, eserin içeriğinden kısaca bahseder misiniz?
Süleyman Nazif’in eserlerinin büyük bir kısmı hacim olarak küçük eserler. Bu sebeple yayıncılığın şartları gereği eserlerin bilhassa konu ve içerik olarak birbiriyle uyumlu olanlarını birleştirerek tek kapak altında basmayı uygun gördük. Bunlardan bir tanesi olan: Bahriyelilere Mektup-El-Cezîre Mektupları-Çalınmış Ülke’yi tanıtacağım.
1897 tarihli Bahriyelilere Mektup el yazması küçük bir kitapçık. İttihad ve Terakki Cemiyeti ile II. Abdülhamid yönetimi arasındaki sert mücadele sürecinde isimsiz olarak yayımlanmış bu mektupta Süleyman Nazif, henüz yirmi sekiz yaşında ateşli bir Jön Türk olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Ertuğrul Faciası”nın sorumlusu olarak gördüğü II. Abdülhamid ve onun yönetimine ateş püsküren bu eser, donanmaya açık bir ihtilal çağrısı ile son bulmaktadır. Bu faciaya, hükümdarın meşverete (demokrasiye) yer vermeyen despotik yönetim anlayışının sebep olduğunu düşünmektedir. Bu sebeple onun Abdülhamid karşıtlığının kişisel bir hırs veya gerçekleşmeyen bir ikbal beklentisinden kaynaklanmadığı, bilakis kuvvetli bir fikre yaslanan ilkesel bir duruş olduğu görülür.
Abdullah Cevdet’e ithaf ettiği El-Cezîre Mektupları, doğup büyüdüğü El-Cezîre (Mezopotamya) topraklarındaki bazı izlenimlerini paylaştığı beş mektuptan oluşmaktadır.
“Vatan sevgisi” etrafında örgülediği ilk mektubunda vatanın harap ve perişan görüntüsündeki baş sorumluyu tespit eder: II. Abdülhamid.
İkinci mektupta halkın, bu perişanlığın sorumlusu olan Sultan’a duyduğu bağlılık söz konusu felaketin tamirini imkânsızlaştıran büyük bir cehalet eseri olarak tenkit edilmektedir. Bölgeye yaptığı bir gezi sırasında şahit olduğu fakirlik ve çaresizlik nedeniyle mağaralarda barınan insanların devletin müşfik elini görmeden memur korkusuyla yaşatılmalarına isyan eder.
Üçüncü mektupta bir kadıncağızın elindeki dilekçe ile eşini hapisten kurtarmak için asık suratlı memurlara karşı giriştiği umutsuz mücadelesini okurken hüzünlenmemek mümkün değil.
Dördüncü mektupta Teselya Harbi’nde (1897) orduyu yavaşlatarak nihai zaferi geciktiren Padişah müdahalelerini eleştirmektedir. Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’nın politik hesaplara alet edilmesine şiddetle itiraz eder. O, Sultan’ın basit işlerini görecek bir ayakçısı değil, “millî” bir kahramandır.
Bitlis’in bir köyünde babasının rahatsızlığı nedeniyle zorunlu olarak mola verdikleri sırada şahit oldukları sefaletler, beşinci mektubun konusunu oluşturur. Henüz yirmi iki yaşında bir delikanlı olarak son nefeslerini vermekte olan babasının baş ucunda hissettiklerini ve verdiği kararı okurken onun mücadele azim ve kararlılığının kaynağına da şahit olacaksınız.
Çalınmış Ülke’de de yine güçlü bir Abdülhamid Dönemi eleştirisi görüyoruz. Ülke topraklarından bir kısmının -bilhassa Irak, Suriye ve Filistin’de- arazi-i seniyye (padişahın arazisi), bir kısmının arazi-i mülkiye (devlet arazisi) olarak ikiye ayrılması; Padişah’a ait arazinin her türlü hizmet ve ayrıcalıktan en güzel şekilde yararlanırken devlete ait arazilerin ve onu işleyenlerin perişan durumda bırakılması bu eserdeki başlıca eleştiri konusu. Nazif’e göre bu bölgelerdeki Osmanlı ordularını perişan eden isyanları önleyecek yegâne tedbir de halkın lehine bir arazi reformu yapılmasıdır. Arazi sahibi olarak toprağa bağlanacak insanlar ailelerinin rızkını temin için artık bir ümitleri olacağından isyan etmeyeceklerdir.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra devlet hazinesine devredilen bu arazilerin Vahidüddin tarafından yeniden eski statüsüne getirilme çabası, Cumhuriyet’in kurulduğu süreçte Osmanlı ailesinin bu araziyi ele geçirip Batılı zenginlere satmak için giriştikleri hukuki mücadele Nazif için artık bardağın taştığı son noktadır. Bu korkunç girişimin Osmanlı Hanedanı’na karşı -II. Abdülhamid ve Vahidüddin’in bütün menfi icraatlarına rağmen- halkın kalbinde kalmış olan son sevgi kırıntılarını da yok edeceği uyarısında bulunur.
* Eseri hazırlarken uyguladığınız ve bu eseri daha iyi anlamamızı sağlayacak yöntemler varsa açıklar mısınız?
Süleyman Nazif -Ahmed Hâşim’in tabiriyle- “kelimelerin serdarı” olan bir yazar. Cümleleri çok kuvvetli ve kendine has bir üslubu var. Ancak gerek Cumhuriyet Dönemi’nin başlarındaki dil politikası gerekse de modern zamanlarda dilin uğradığı erozyon bu eserlerin günümüz okuru tarafından anlaşılmasını zorlaştırıyor. Bu sebeple biz bütün eserleri iki nüsha olarak hazırladık. İlki günümüz okuruna hitap eden “sadeleştirilmiş” metinler. Burada Süleyman Nazif’in üslubunu fazla örselemeden kullanımdan tamamen düşmüş kelimeleri doğrudan sadeleştirme, üzeri biraz tozlanmışsa da henüz kullanılan kelimeleri metin içerisinde birkaç kez eş anlamlısı ile birlikte (köşeli parantez içinde ve daha küçük punto ile) verme yöntemini benimsedik. Ayrıca metin içerisinde geçen bazı kişi, yer ve olay isimleri hakkında kısa bilgilendirme dipnotları ekledik. Süleyman Nazif’in kendi dipnotlarını bizimkilerden ayırmak için onların sonuna [S.N.] kısaltmasını ilave ettik. “Orijinal” metni ise Süleyman Nazif hakkında araştırma yapmayı düşünen akademisyenler için hazırladık. Bu sayede hem onlara zaman kazandırmayı hem de atıf yapılabilir derecede güvenilir, okuma hataları en aza indirilmiş bir metin ortaya çıkarmayı hedefledik.
* Bu eserin Türk edebiyatı/Türk tarihi açısından taşıdığı değeri açıklar mısınız?
Süleyman Nazif hem büyük bir edebiyatçı hem çağının olaylarının tanığı, bir kısmının da tarafı olmuş önemli bir devlet adamı, yazar ve gazeteci. Dürüst, samimi, zeki. Dolayısıyla bütün bu özellikler onun eserlerini güvenilir bir ana kaynak seviyesine yükseltiyor. Edebî açıdan lezzetine ise eski Türkçeye az çok aşina olan okurlarımız orijinal metinde şahit olacaklardır. Sadeleştirilmiş metinde onun eşsiz üslubuna fazla hasar vermemeye çalıştığımızı da belirtelim.
* Bu eserin muhatap kitlesi olarak kimleri görüyorsunuz?
Öncelikle bütün tarih meraklıları diyorum. Ayrıca kuvvetli bir kalemin edebî kalitesine tanık olmak isteyenleri de davet ediyorum. Son olarak Yakın Çağ Türk edebiyatı ve tarihi üzerine araştırma yapan akademisyenlerimiz için de önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
* Bu eseri yayımlatmak için neden yayınevimizi tercih ettiniz?
Kule Kitap Yayınevi özgür bir kurum. Kendisini ideolojik kalıpların içine hapsetmemiş. Yayın tercihinde öncelikli kriteri: kalite. Kurum yöneticilerinden editörüne, mizanpajcısından tashihçisine vizyoner ve nitelikli bir çalışma ekibi var. Sosyal medya imkânları geniş ve iyi kullanıyorlar. Modern yazılım programları (kitapsoft) sayesinde yazarın başvurusundan kitabın raflarda yerini alışına kadar bütün aşamaları sistem üzerinden takip etmek mümkün. Ayrıca yazarlara, eser sahiplerine kendilerini değerli hissettiren bir halkla iletişimleri var. Daha ne olsun.
* Sırada yeni çalışmalarınız var mı? Varsa isim ve genel konusu hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Süleyman Nazif’in külliyatını tamamladığımızdan bahsetmiştim. Bunun haricinde Murat Yıldız Hocamızla birlikte hazırladığımız “Üçüncü Pencereden Osmanlı’ya Bakmak” serisinden söz edebilirim. Osmanlı tarihine “hamaset” veya “husumet” yani ucuz kahramanlık veya aşırı düşmanlık pencerelerinden değil genelleme tuzağına düşmeden olayları kendi tekilliği içinde ele alan “üçüncü pencere”den -buna hümanist pencere de diyebiliriz- bakmanın mümkün olduğunu göstermeyi hedeflediğimiz bu çalışmanın kısa süre önce 4. cildi yayımlandı. 5 ve 6. ciltlerinin de eli kulağında olduğunu söyleyebilirim.
Teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
Ben teşekkür ederim.
Civan romanının yazarı Neslihan Şahin ile yazarlık yolculuğu, ilham kaynakları ve yeni projeleri üzerine keyifli bir röportaj. Okumak için tıklayın!
Gezegenimiz alarm veriyor! Milyarlarca dolar Mars’a harcanırken yaşanacak tek yurdumuz olan dünyamız can çekişiyor. Peki ya çözüm sandığımızdan daha yakınsa?
“Eserimi; modernite ile geleneğin düğünü, geçmişin gelecek ile vuslatı olarak görüyorum. Manaya giden yol maddeden geçer, maddeyi reddederek manaya ulaşılmaz. Bu dengeyi günümüz dünyasına izah etmeye çalışıyoruz.”
"Mâlûmu Îlam"da bir zamanlar Jön Türklere rehber ve ilham kaynağı olan Ahmed Midhat Efendi’nin meşrutiyet karşıtlığına savrulan düşüncelerini tenkit ederken öfkesini zapt eden saygılı üslubu takdirinizi kazanacak.
0% |